Tüm Gemileri Tek Kazığa Bağlamak
Hayatlarımıza şöyle bir baktığımızda zar zor hatırladığımız kısa bir okul öncesi dönem, ardından uzun bir okul dönemi, ardından kat kat daha uzun bir çalışma dönemi görürüz. Aslında okul yıllarındayken de belli bir sınıftan sonra iş hayatına odaklı düşünmeye ve yaşamaya başlarız. İyi bir liseye gitmeliyiz çünkü iyi bir üniversiteye girmemiz lazım. İyi bir üniversite ise iyi bir iş hayatının başlangıcı demektir.
Sonra bir hız ve heyecanla atılırız iş hayatlarımıza. Kariyer beklentilerimiz hatta hırslarımız vardır çoğu zaman. Genellikle yolun bizi neye dönüştüreceğine değil de sonunda nerelere varacağımıza ve ne kadar kazanacağımıza odaklanırız. Nasıl bir insan olacağımızdan çok insanların bizi nasıl göreceğiyle, saygıdan çok saygınlıkla, muteber olmaksızın itibarla, muktedir olamadan iktidar sahibi olmayla bozarız kafalarımızı. Çalışırız, yarışırız, bozuşuruz, sızlanırız şanslıysak biraz gelişiriz ama boyumuzu ölçtüğümüz hep bir cetvel, tüm gemileri bağladığımız tek bir kazık vardır artık. Yıllar hızlıca birbiri ardına geçer, etiketler de gelir ama çoğu zaman gecikerek! Ne çok emek, ne çok zaman ve ne çok feragat vardır ardında.
Sonra bir gün artık iş hayatı sahnesinde bize ayrılan sürenin sonuna gelmiş oluruz. Yerimizi gençlere bırakmamız icap eder. Ya da daha yolun ortasındayken denizde fırtınalar kopup kazığı yerinden söküp atıverir. İşte o an, o tüm gemileri bağladığımız kazığın artık bize ait olamayacağını anladığımız o an geriye ne kalır? Kimizdir o andan itibaren? Hangi bağlar, hangi kimlikler, hangi roller kalır geride bize hala yaşadığımızı ve değerli olduğumuzu hissettiren? Birden acı bir şekilde fark ederiz ki senelerdir kendimizi anlamlı ve değerli hissettiren tek şey işimizmiş meğerse ve o artık yok. Oysa onun uğruna ne çok şey feda etmişizdir biz, ne hevesler, ne tutkular, ne arkadaşlıklar, ne aile bağları, kaç doktor randevusu, kaç okuma bayramı, kaç mezuniyet balosu, kaç gerçek, hakiki ve kayda değer zaman parçacığı…
Elbette insan yaptığı işte bir anlam ve daha üst bir amaç bulamazsa o işi yapmaya uzun süre dayanamıyor. İnsanların iş hayatlarında huzurlu ve mukavim olmalarının en önemli unsurlarının başında iş-anlam bağının kurulması geliyor. Öte yandan anlam bulunan tek alanın iş hayatı olması da aynı derecede yaralayıcı. Çünkü bu insanlar zamanla işkoliklere dönüşüyorlar. Kendilerini sadece çalışırken anlamlı hissedebildikleri için bir müddet sonra gereğinden ya da etrafındaki diğer insanların taşıyabileceğinden daha fazla iş üretir hale geliyorlar. Yapılan araştırmalar ise bu insanların öncelikle kendi sağlıklarını ve esenliklerini sonra da özellikle kendilerine bağlı çalışanlarınkini olumsuz etkilediğini göstermektedir.
Viktor Frankl’ın “İnsan’ın Anlam Arayışı” kitabında ifade ettiği gibi anlam duygusunu aniden yitiren insanlar ise zorluklar ve engeller karşısında umutlarını hızla kaybederek olumsuz etkilere ve hastalıklara çok daha açık hale geliyorlar. Yine yapılan araştırmalara göre anlam duygusunu sadece iş hayatında bulan insanların emekli olduktan sonra hayatlarının farklı alanlarında anlam ve amaç duygusuna sahip, iş-hayat dengesi kurabilmiş insanlara kıyasla daha az yaşadıklarını göstermektedir.
İşte tam da bu nedenle gemilerimizi ne kadar farklı kazığa bağlarsak onları hem fırtınalarda koruma şansımız daha yüksek olur hem de bir gün o bir tek kazıktan vazgeçmemiz gerektiğinde ya da onu kaybettiğimizde hala yola devam edebilecek gemilerimiz kalır.
Sanem Ömürlü
Yorum yaz