Y Kuşağı’na İçeriden Bir Bakış

“Why” kelimesinden türeyen ve 1980-2000’li yıllar arasında doğan her birey Y Kuşağı olarak adlandırılıyor. İş hayatında etkisi görülmeye başlanan ve özellikle son zamanlarda fazlasıyla ön plana çıkan Y Kuşağı, artık kurumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası. Şirketler Y Kuşağı’nın yönetimi üzerine ciddi çalışmalar yapıyor. Ben de tipik bir Y Kuşağı olarak şirketimin tamamı X Kuşağı’ndan oluşan kişilerle çalışıyorum. Zorlayıcı ama benim için bir o kadar da keyifli olan çalışma hayatımdan çıkarımların üzerine naçizane kendi bakış açımı paylaşmak istedim.

Verdiğimiz eğitimlerde ve sunumlarımızda sıkça Y Kuşağı ve iş hayatında onların nasıl yönetileceğine değiniyoruz. Genellikle – ki bu %90 oranlarında oluyor- X Kuşağı’nın katılım gösterdiği toplantılarda klasik malzeme olarak benim üzerinden örnekler veriliyor. Anlatılanlara bakınca bana gayet normal gelen ve “yaşam tarzım bu” dediğim alışkanlık ve özelliklerimin espri konusu olması zaman zaman içimi acıtmıyor değil… Hakkını yememeliyim ki, bir yandan da ne kadar çok yönlü çalıştığımızın ve sorgulayıcı tarafımızın şirketlere sağladığı katkıları da konuşuluyor ve o zaman keyfime diyecek olmuyor.

İş hayatına başlamadan önce, biraz da konforlu yaşantımın etkisi ile hemen iş bulabileceğimi, 2-3 yılda da yönetici olacağımı düşünüyordum. Üç yılda stajdan danışmanlık seviyesine kadar ilerleyebildim ama bir tarafım hala ne zaman Kıdemli Danışman olurum diye düşünüyor. (Bu arada şirketteki danışmanlarımız en az 10 yıllık iş tecrübesine sahip ve üst düzey yönetici pozisyonlarından gelmekteler) Buradan baktığımız zaman sabırsız olduğumuz bir gerçek. Her şey hemen olsun istiyoruz, bunun için de aceleci davranabiliyoruz. 2012 yılında Economist dergisinin Yetenek Yönetimi Konferansı’nın özet dokümanında da bahsedildiği üzere, Y Kuşağı’nın 35 yaşına kadar ortalama 14 iş değiştirmesi bekleniyor. Doğrudur; çünkü daha iyi olanaklara hayır diyemiyoruz! Bu sadece maaş değil; yükselme imkanı gördüğümüz, konforlu çalışma ortamı olan ve kişisel gelişimimize önem veren şirketlere yöneliyoruz. Bazı şeyler deneyimle elde ediliyor ama beklentilerimiz yüksek ve en alt seviyeden itibaren hep bir nokta ileriye gitmek için fırsat kolluyoruz. Aslında bu yöneticilerimiz için bir avantaj, daha fazla sorumluluktan kaçmıyor aksine başarıya ulaşmak için canla başla çalışıyoruz. Gördüğüm ve çalıştığım yöneticilerde ise “Önce şu işte bir pişsin, kendini kanıtlasın da adım adım ilerlesin.” anlayışı var ama biz koşmak istiyoruz! Gerçi bunun çok da doğru olmadığını zamanında bir proje vesilesiyle tecrübe etmiş oldum, bir gerçek var ki potansiyelimizi ve hazırlık seviyemizi en iyi yöneticilerimiz biliyor.

Ben çok şanslıydım, Y Kuşağı’nı ve isteklerini anlayabilen bir patronla iş hayatıma başladım. Hem seven hem döven bir yapısı var. Genelde “İyi iş olmuş mu?” diye bunaltana kadar “Aferin” kelimesini ondan duyamazsınız. Ama hiç ummadığınız anda “Mükemmel olmuş.” diye mail atar ki, mutluluktan çıktısını alıp saklarsınız. Sudan çıkmış balık gibi olduğum ilk iş günlerimde, hayatı 12-04 saatlerinde yaşarken 09-18 mesai saati gerçeği ile tanıştım ve inanılmaz zorlandım. Arkadaş grubum henüz iş hayatına atılmamıştı, hala atılmayanı çoğunlukta kalıyor ama biz “çalışanlar” sorumluluk alma ve düzenli hayat kavramlarıyla tanıştık. Çok zorlandığımız zamanlar oluyor, özellikle de fikir ayrılıkları yaşadığımızda. Gallup’un araştırmasında dünyadaki en iyi yöneticilerin sahip olduğu en temel 4 özellik doğru çalışanı seçmek, onları doğru işe yerleştirmek, motive etmek ve gelişimlerine destek olmak olarak açıklandı. Bunu başaran yöneticiler Y Kuşağı ile harika işler çıkartıyor. Şu da bir gerçek ki şirketler bizim için yöneticimiz demek. İyi yöneticisi olan herkes, işini severek yapıyor ve motive kalıyor. Kötü yöneticisi olanlar ise daha mesai başlangıcında kariyer sitelerinde iş bakar hale geliyor.

Temel fikir ayrılıklarımızı düşününce de yöneticilerimin hakkımda yakındıkları konular aklıma geliyor. Mesela telefonu elden bırakmıyorum diye sürekli uyarı alıyorum. Sonra düşününce Instagram, Facebook, Twitter vb. kültürü olmayan X Kuşağı yöneticimin beni anlamasını ne kadar bekleyebilirim? Neyse ki benimkiler yeni de olsa hesaplarını açtılar, Instagram’dan kuş resimleri paylaşmaya başladılar. Ben ortaokuldan beri cep telefonu kullanan, mesajlaşmaya bayılan, herkesi anında gelişmelerden haberdar etmeyi seven bir yapıya sahibim. İnanın o mesajı atmazsam tüm gün kafamı toplayamam, bu nedenle o telefon elimde. Haberimi verip, işime odaklanırım. Aynı anda müzik dinleyip çalışmak gibi bir imkanım olması bana işimi yapmamda büyük avantaj sağlasa da yan masamdan ağlayarak kendini dışarı atanlar olabiliyor zaman zaman.

Esnek çalışma ortamı, uzanarak çalışmak, istediğin kıyafetlerle işe gelmek gibi istekler her Y Kuşağı’nda mevcuttur diye düşünüyorum. Ben istediğim kıyafetle iki kere işe geldim, şimdi “dresscode” uygulamasına maruz kalıyorum. Başta sitem ettiğim, hakaret gibi gelen bu konular üzerinde belirli bir zaman geçtikten sonra düşündüğümde ise şunu anladım: İş hayatında yöneticinizden ne gördüyseniz, istemsizce onu yapmaya yöneliyorsunuz. Yaşam tarzınız sizin farklılaşmanızı sağlayan nokta oluyor. Özellikle kurumsal hayatta herkesin farklı olduğu ortamlarda çok farklı yaklaşımlarla karşılaşıyorsunuz. Yöneticilerin her çalışanı için özel bir tarzı olması gerekiyor. Çünkü kimi takdir edilince motive oluyor, kimi rekabetçi bir projeyle görevlendirildiğinde… Bu noktada da yöneticilerimize çok iş düşüyor. Bizi tanımak, güçlü ve gelişime açık yönlerimizi görmek, bizi motive etmek ve geliştirmek onlardan beklediğimiz şeyler olmakla birlikte; ancak bunu beraber başarabileceğimiz de bir gerçek.

Az önce belirttiğim gibi, beni anlayabilen bir patrona sahibim. Yaklaşık 30 istifa mektubumu yırtıp, bana ayna olup kendimle yüzleştirdiği ve beni hep bir adım ileriye götürdüğü için. Yetenek Yönetimi çalışmalarımızda şunu söylüyoruz: Bir yeteneği hemen terfi ettirerek onu elde tutamazsınız. O noktaya, ancak gelişimine katkı sağlayarak ve destek vererek, hazır olduğunda geçmesini sağlarsanız elde tutabilirsiniz. Sonuç olarak Y Kuşağı’nı yönetmek aslında kolay, yöntemi de herkesin farklı ve özel olduğunu unutmadan ona göre yaklaşım benimsemenizden geçiyor.

Şenel Türel

Yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir